İçeriğe geç

Öyle bir aşk görülmemiş dünyada kim söylüyor ?

Öyle Bir Aşk Görülmemiş Dünyada Kim Söylüyor? – Siyaset Bilimi Perspektifinden Bir Güç Analizi

Giriş: Aşk, Güç ve Düzen Arasındaki Görünmez Bağ

“Öyle bir aşk görülmemiş dünyada kim söylüyor?”

Bu cümle, sadece romantik bir serzeniş değildir; aynı zamanda iktidar ve toplumsal düzen üzerine derin bir metafordur. Bir siyaset bilimci olarak, bu ifadeyi aşkın değil, iktidarın diliyle okumak gerekir. Çünkü her aşk bir güç ilişkisini, her güç ilişkisi de bir iktidar biçimini içinde taşır. Peki, bu “görülmemiş aşk” aslında kimin çıkarına, kimin dilinden, hangi kurumsal sessizliklerden doğar?

İktidarın Romantizmi: Güç İlişkilerinin Duygusal Anatomisi

Michel Foucault’nun dediği gibi, iktidar sadece yasalarla ya da baskıyla değil, ilişkiler ağıyla işler. Aşk da benzer biçimde karşılıklı bir güç mücadelesidir: biri yönlendirir, diğeri uyum sağlar; biri konuşur, diğeri dinler.

Toplumlarda bu dinamik, iktidarın cinsiyet temelli örgütlenmesiyle benzer bir biçimde sürer. Erkeklerin “stratejik ve güç odaklı” yaklaşımı, aşkı bir tür politik rekabet sahasına dönüştürür. Kadınların ise “demokratik katılım ve toplumsal etkileşim” odaklı yaklaşımı, bu sahayı dönüştürmek, ortaklaştırmak ister.

Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Aşkın kendisi mi iktidarın yansımasıdır, yoksa iktidar mı aşkın biçim değiştirmiş hâlidir?

Kurumsal Aşk: Devletin Duygusal Mimarisi

Toplumda “kurum” dediğimiz yapılar —devlet, aile, eğitim sistemi— aslında birer duygusal mühendislik laboratuvarıdır. Bireylerin neye “aşık olabileceğini”, neyi “normal” ya da “ahlaki” sayacağını belirler.

Bu nedenle aşk bile kurumsallaşmıştır:

  • Medya romantizmi belirler,
  • Eğitim sistemi normları üretir,
  • Devlet aileyi “temel birim” ilan eder,
  • Ekonomi aşkı tüketime dönüştürür.

Bu mekanizmalar, duyguların bile politik ideoloji tarafından şekillendiğini gösterir. Böyle bir düzende “öyle bir aşk görülmemiş” denildiğinde, aslında “kurumların sınırlarını aşan bir duygudan” bahsedilir. Ancak bu aşk, sistemin tahammül edemeyeceği kadar anarşiktir.

İdeolojinin Aşk Kurgusu: Kim Söylüyor?

Peki, kim söylüyor bu “öyle bir aşkı”?

Belki medya, belki iktidar, belki de ideolojinin kendisi. Her söylem, bir kimliğin temsilcisidir.

İdeolojiler, aşkı bile kendi vatandaşlık anlatısına ekler. “İdeal eş”, “sadık kadın”, “koruyucu erkek” imgeleriyle bireyleri biçimlendirir. Vatandaşlık, duygusal bir itaat biçimine dönüşür.

Bu durumda şu soru kaçınılmazdır: Gerçek aşk mı bizi yönetiyor, yoksa biz mi aşk aracılığıyla yönetiliyoruz?

Erkek Stratejisi ve Kadın Katılımı: İki Siyaset Biçimi

Toplumsal cinsiyetin siyasal yansımaları aşk ilişkilerinde de kendini gösterir.

Erkekler, tıpkı iktidar sahipleri gibi, duygusal alanı stratejik bir zemin olarak görür. Gücü elinde tutmak, sınırlarını çizmek, inisiyatifi kaybetmemek isterler.

Kadınlar ise katılım ve paylaşım odaklı bir düzen tahayyül eder. Bu, demokrasinin en saf biçimidir: Karar alma sürecine dahil olmak, duygusal eşitliği savunmak, sevgiyi müzakere edilebilir kılmak.

Ancak patriyarkal sistemin “romantik mitleri”, bu demokratik potansiyeli bastırır. Aşkın dili tek sesli hâle gelir. Oysa siyaset bilimi bize şunu öğretir: Her monolog, bir otoriterliğin işaretidir.

Vatandaşlık, İtaat ve Aşkın Politikası

Modern toplumda bireyler sadece vatandaş değil, aynı zamanda “duygusal yurttaşlardır.” Medya, reklam ve sosyal normlar aracılığıyla hangi aşk biçimlerinin “kabul edilebilir” olduğunu belirler.

Bir devlet vatandaştan nasıl sadakat bekliyorsa, bir ilişki de benzer biçimde duygusal itaat ister.

Peki, duygusal bağımsızlık mümkün mü?

Aşkın iktidar biçimlerini sorgulamadan, gerçek bir toplumsal demokrasi kurulabilir mi?

İşte bu sorular, “öyle bir aşk”ın neden görülmediğini açıklar: çünkü görülmesi, düzenin duygusal mimarisini yıkmak demektir.

Sonuç: Aşkın Devrimi

“Öyle bir aşk görülmemiş dünyada kim söylüyor?”

Belki de bu soruyu bir şikayet değil, bir umut cümlesi olarak okumalıyız. Görülmemiş olan, henüz kurulmamış olan bir eşitlik düzeninin işaretidir.

Aşk, siyasal bir eylemdir.

Ve her eylem gibi, ya iktidarı yeniden üretir, ya da onu dönüştürür.

O halde asıl mesele şu: Biz aşkı bir iktidar oyunu olarak mı yaşayacağız, yoksa bir demokrasi pratiğine mi dönüştüreceğiz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort ankara escort
Sitemap